Krizin faturasının emekçilere değil, kapitalistlere ödenmesi gerektiğini belirten Sefertaş, sanayi üretimindeki daralma ve işsizlik oranlarındaki artışın önümüzdeki dönemde daha da derinleşeceğini öngördü.
Açıklamasında Türkiye’nin, küresel ekonomik dalgalanmalara karşı savunmasız bir durumda olduğunu ifade eden Sefertaş, “Emekçiler, ağır çalışma koşulları ve düşük ücretlerle hayatlarını sürdürmeye çalışırken, artan vergi yükü ve ‘kemer sıkma’ politikaları altında eziliyor,” dedi.
İşte Sefertaş’ın açıklaması;
KRİZiN FATURASINI BİZ EMEKÇİLER DEĞİL KAPİTALİSTLER ÖDESİN
Yüksek enflasyon hayat pahalılığı ücretlerin sistematik olarak erimesi alım gücünün düşmesi artan vergi yükü ve benzeri olgular üzerinden gündelik yaşamda kendisini yüksek hissettiren kriz gelinen yerde ,sanayi üretiminde daralma ,işsizlik oranlarındaki artış ,borsa dalgalanmaları ,borçlanma yükünün ağırlaşması ve bunun gibi alanlarda önemli sonuçlar yaratmaya başladı. Kimi iktisatçılar küçük ve orta ölçekli işletmelerde yaşanan iflasların önümüzdeki süreçte artacağına, sanayi üretiminde yaşanan daralmaya bağlı olarak işsizlik sorununun derin düşeceğine işaret ediyor. Türkiye kapitalizminin, küresel piyasada yaşanan bunalım ve siyasi gerilimlerin tetikleyici iyi gelişmeler karşısında bütünüyle savunmasız konumda olduğuna dikkat çeken iktisatçılar, ekonomiden yaşanabilecek genel bir çok şey e ilişkin uyarılarda bulunuyorlar. Gerçekleri çarpıtmakla ünlü TÜİ Kin ekonomiye ilişkin verileri dahi bu gelişmeleri doğruluyor. TUİK e göre Nisan ayından beri sanayi üretiminde yaşanan daralma haziranda aylık bazda %2.1 oranında yıllık bazda ise %4.7 oranında gerçekleşti. İşsizlik oranı ise son 13 ayın zirvesini görerek %9.2 seviyesine ulaştı, Enflasyondaki yükseliş devam ederken sanayi üretimi daralıyor işsizlik oranı artıyor. Tüm bunlar emekçiler adına faturanın daha da kabaracağı anlamına gelmektedir. Hala hazırda ağır çalışma koşullarında düşük ücretle çalıştırılan alım gücünü sistematik olarak düşen ,artan vergi yükünün altında ezilen,ve “kemer sıkma” politikalarıyla yoksunluğu derinleşen emekçiler ,ve gelinen yerde işten atılma yani bütünüyle kendi kaderine terk edilme riski ile karşı karşıyalar. Öyle ya sanayi üretiminde yaşanan daralma ve gerileme karşısında kapitalistlerin başvuracağı şey işgücü maliyetini düşürmek yani işten atma saldırısını devreye sokmak olacaktır. Bu ise zaten yarı aç yarı tok yaşayan daha doğrusu yaşam savaşı veren emekçiler için ölüme terk edilmek anlamına gelmektedir. Ücretleri enflasyona ezdirilen ve süper sömürü yoluyla sermayenin kasalarına akıtılan emekçiler, Her yerde dayanılmaz hale gelen yeni yaşam koşullarına tepki duyuyor, Öfke ve memnuniyetsizlik biriktiriyor. hak talep ederek harekete geçiyor .bu süreçte yıkıma uğrayan diğer bir kesim ise Çiftçiler oluyor her iki sınıfta yıkıcı saldırılara karşı seslerini ve eylemlerini yükseltiyor. Çiftçi eylemleri de yaygınlık kazanıyor yani on milyonlar kendilerine dayatılan yeni azgın sömürü, talan, İşsizleştirme,Mülksüzleştirme ve yoksullaşma gerçeğine Yüksek sesle itiraz ediyor. Bu noktada asıl mesele emekçilerin bu koşullara boyun eyip eymeyeceğinde düğümlenmektir. krizin çok yönlü faturasının emekçiler içerisinde hoşnutsuzluk yarattığı yer yer bu koşullara karşı tepki gösterdiği bilinmektedir. Birbirinden bağımsız olarak başlayan ancak çoban ateşleri misali moral ve motivasyon olarak birbirini tetikleyerek giderek yaygınlaşan işçi eylemleri bugün için daha çok yeni kurulan bağımsız sendikalar ve yeni Öncü işçiler tarafından örgütlenip geliştirmekle birlikte mevcut durumda ana akım sendikalarda örgütlü olan emekçilerin gündemi ile de ortaklaşmaktadır. Bu durum fiili ve meşru mücadeleyi esas alan yeni sendikal pratiklerin objektif olarak ana akım sendikal yapıların da gündemine sokuyor. Asıl olarak ücret talep bir mücadele ile sendikal örgütlenme politik özgürlük talepleri üzerinde gelişen bu direnişler kitlesel emekçi hareketinin önümüzdeki dönem yükseleceği temel dinamiğin burada olduğunu somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu anlamda önümüzdeki döneme ilişkin emek mücadelesinin daha etkin ve dinamik hale gelmesinin yolunun bugün gelişen işçi hareketinin direniş ve eylem damarlarıyla ilişkilenmesinden geçtiğini söyleyebiliriz. Bugün tekil gibi görünen ama her geçen radikalleşerek yaygınlaşan emekçi direnişlerine başta asgari ücret olmak üzere tüm ücretleri de artış talebinde buluşturma üzerinden yüzbinlerin milyonların da mücadeleye çekilebileceği bir birleşik hareketi bir yoksullar hareketi ve isyanı İmkanını da kollayan bir mücadele görüş açısıyla hareket etmeli ve mücadeleyi büyütmeliyiz. Bu kapsamda bugün kendiliğinden bir şekilde gelişen emekçilerin ücret talepli mücadelesini dar sınıfcılığı ve ekonomizme hapsetmeden örgütlenme özgürlüğü ve hakların bütünsel savunusu temelinde doğrudan politik mücadele olarak ele almalıyız. zira ekonomik kriz altında her geçen gün daha da ezilen emekçiler Siyasal olarakta artık maniple edilemiyor. İktidarın toplumsal desteğinin çözülmesi emekçileri gerçek sorunları üzerinden alternatif arayışlara yöneltiyor gerçek sendikalar için emek ve demokrasi mücadelesi söylemleri ve politikaları için kitlilerin kulakları daha da açık.O kaynakları kısılan maaşları pula dönen iş güvencesi gasp edilmek istenen kişiler için somut talepler üzerinden eylem ve etkinlikler Bir birleşik hareket üzerinden planlanmalı önümüzdeki 2025 bütçe süreci Bu anlamda değerlendirilmeli,Yoksullaşma ve soygun düzenine karşı halk için emekten yana bütçe talebini öne çıkarmanın yanında yerel yönetim emekçilerinin açık bir şekilde ayrımcılığa maruz kaldığı 3600 ek gösterge düzenlenmesinden eşit şekilde yararlanılmasına ve bu kapsamda diğer emek ve demokrasi güçleri ile birlikte merkezi ya da bölgesel mitinglerle toplumda etki yapılacak yaratıcı söylem ve eylemler geliştirmek zorundayız. Giderek derinleşen ve yeni boyutlar kazanan ekonomik mali krizin emekçilerin yaşamında çok daha ciddi yıkımlar yaratacağı ve ekonomik sosyal bunalima derinleştiriyor açıktır. Başta işsizlik yoksulluk ve yoksunluk olmak üzere toplum yaşamını tahrip eden çok yoğunluğu ekonomik sosyal sorunların emekçinin öfkesini büyütecektir. İşte tam da bu noktada aşılması gereken eşik, krizin yarattığı öfke ve hoşnutsuzluk birleşik kitlesel ve örgütlü bir çıkışa dönüşmediği oranda bir yandan toplum yaşamında çürümenin zeminleri haline dönüşecektir.”