Zonguldak

Yeraltı Kömür Madenlerinde Zararlı Gazları Tespiti İçin Kullanılan İlk Yöntemler

Bu yazı “Zonguldak maden ocaklarında en son kanarya hangi yıl kullanıldı?” sorusuna yanıt oluşturmak amacıyla yazılmıştır.

Daha önce de dünya genelinde yeraltı kömür madenciliği yapılmasına rağmen ilk sistematik ve kurumsal kömür madenciliği çağın gereksinmelerine uygun olarak ancak 18. yüzyılın başlarında İngiltere’de başlamıştır. Madencilikte ilk kullanılan araçlar; kazma, kürek, kriko, aydınlatma amacıyla fitiller ve mumlar, güvenlik amacıyla ahşap tahkimat malzemeleri, nakliye araçları, çeşitli makara sistemleri vb.dir. Yeraltı kömür madenlerinde yararlanılan ilk hayvanlar ise küçük boyutlu olmaları nedeniyle midillilerdir.

Zonguldak’ta ise yeraltı kömür madenciliğinin 18.yüzyılın ortasından itibaren genellikle yabancı işletmeciler tarafından başlandığını biliyoruz. O dönemde yabancı işletmeciler yeraltı kömür madenciliği yapmak amacıyla Zonguldak Taşkömürü Havzasına teknik eleman ve işçilerin yanı sıra o dönemin koşullarında ulaşılan madencilik bilg birikimi ile teknolojisini de getirdiler. Dolayısıyla 1815 yılında Sir Humphry Davy tarafından icat edilen ve maden ocaklarında gazların kontrolü için kullandıkları Davy lambası da havzada kullanılmıştır. Davy lambasının, Zonguldak havzasında madencilik çalışmaları başlamadan yaklaşık elli yıl önce geliştirildiği ve kullanıldığı değerlendirildiğinde gazların kontrolü için kanaryalar kullanılmış olamazlar. Zira bu konuda bir bilgi ve belge şu ana kadar ortaya konamamıştır.

Avrupalı yeraltı kömür madencileri zararlı gazların etkilerinden korunmak için ilk kullandıkları yöntem “öncü madenci” metodudur. Bu yöntemde seçilmiş bir madenci sırtına ıslak battaniye ve kafasındaki kaskete yanan bir mum fitili bağlanarak madene indirilirdi. Eğer maden içerisinde kokusuz, renksiz ve zararlı gazlar varsa, işçinin kafasındaki mum fitili gazlarla tepkimeye girer ve büyük bir patlama meydana gelirdi. Bu patlama, öncü madencinin iş arkadaşları için bir uyarı sinyali, kendisi için ise ölüm demekti. Bu durumda ocak havalandırılarak zehirli gazlardan temizlenir ve ardından işçiler çalışmalara devam ederlerdi. Bu ilk gaz algılama yöntemi maden sahiplerini pek rahatsız etmese de çalışan işçilerin moralinin bozulması ve çalışma verimlerinin düşmesi nedeniyle üretimde aksaklık oluşturuyordu. Bu nedenle zararlı gazların tespiti için yeni arayışlara gidilmiştir.

Bu tarihlerde insan vücudu, solunum sistemi ve gazların doğası hakkında araştırmalar yapan John Scott Haldane isimli bir fizyolog, kanaryaların solunum sistemlerinde insan solunum sisteminden farklı bir bulguyu tespit etti. İnsan solunum sistemi, oksijeni alarak ciğerlerinde karbondioksite çevirerek vücuttan dışarı verir. Bunu yaparken nefes aldığında akciğerleri şişer nefes verirken de akciğerleri büzüştüğünden küçülür. Buna karşın insan akciğerlerinin içinde her zaman bir miktar hava kalır. Kuşların solunum sisteminde ise, tıpkı bir körük sistemi gibi her an dolaşımı sağlayan “hava kesecikleri” vardır. Bu hava kesecikleri, akciğerin şişmesine ve küçülmesine gerek kalmadan solunum yapmayı sağlar. Bu sayede kuşlar nefes verirken akciğerinde hava molekülü kalmaz. Bu durum kuşların havada bulunan zararlı gaz moleküllerini insanlara göre daha hızlı algılamalarına neden olur.

Bu tespitten sonra gazlı ortamları belirlemek için madencilerin öncüsü olarak kafesler içerisinde yeraltı kömür ocaklarına indirilen kanaryalar kullanılmaya başlanmıştır. Eğer kanarya bir anda ölürse veya davranışları değişirse, bu madende zehirli gaz birikimi olduğu, zehirlenme ve patlama oluşabileceği anlamına gelirdi. Bu sayede işçiler eskiye göre daha güvenli bir şekilde yeraltı kömür ocaklarında çalışabildiler.

Daha sonraki yıllarda kanaryanın can güvenliği düşünülerek "resuscitator" adı verilen bir cihaz geliştirilmiştir. Yeraltı kömür madenlerinde bir felaket meydana geldiğinde, kurtarma görevlileri bir bölümünde kanaryanın tüneyeceği alan diğer bölümünde ise oksijen deposu bulunan resuscitator" adlı cihazı taşıyarak ocağa inmeye başladılar. Eğer havada karbonmonoksit varsa kanaryanın hareketleri değişir, tüneğinde sallanır ve sonunda düşerdi. Bu durumda resuscitator kutusunun kapısı kapatılır ve vana açılarak üstteki depodan verilen oksijenle eğer ölmemişse kanaryanın canlanması sağlanırdı.